Abdülmecid Efendi’nin babası Sultan Abdülaziz’in 1861-1876’daki saltanat yılları, Osmanlı resim sanatı açısından ayrıcalıklı bir dönemdir. Sanata ilgi ve destek artmış, güzel sanatlar sergileri düzenlenmeye başlanmış, yabancı ressamlara verilen siparişlerle sarayın sistemli bir resim koleksiyonuna sahip olmasının temelleri atılmıştır. \r\n\r\nAkademik bir resim eğitimi almayan Abdülmecid Efendi, sarayda resim sanatına verilen önemin etkisinde yetişmiştir. Resim öğretmenleri arasında, dönemin saray ressamları Stanisław Chlebowski ile Fausto Zonaro’nun, Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin hocaları Osman Hamdi Bey ile Salvatore Valeri’nin isimleri anılmaktadır.\r\n\r\nSultan Abdülaziz’in daveti ile İstanbul’a gelen ve saray için resimler yapan isimlerden biri de İvan Konstantinoviç Ayvazovski’dir (1817-1900). Bugün Milli Saraylar Koleksiyonu’ndaki İstanbul’a dair eserlerinde de görüldüğü̈ gibi, sık sık Boğaz manzarasında gemiler ve kalyonların yer aldığı gün batımı, gün doğumu ve mehtaplı geceler resmetmiştir. \r\n\r\nAbdülmecid Efendi, saray koleksiyonundaki Ayvazovski tablolarını elbette bilmekte ve bu eserleri kimi zaman birebir kopya ederek, kimi zaman, Siste Kalyon tablosunda olduğu gibi, ilham kaynağı olarak kullanmaktaydı. Abdülmecid Efendi’nin yirmi yedi yaşında, şehzadeliği sırasında resmettiği tabloda, sisin altındaki deniz manzarasına bir kalyonun silüeti hakimdir. Direğindeki bayrağı rüzgârla dalgalanan bu kalyonun önünde, kürekleri görülen bir filika vardır. Filikanın içinde kürekçilerin yanı sıra diğer yolcular ile birlikte taşınmakta olan eşyalar istiflenmiştir. Ressam, sisli havaya rağmen parlayan güneşi, açık mavi deniz sularının üzerinde beyaz ışık hüzmeleri ile yansıtmıştır. Manzaranın arka planı uçuk pembe ve eflatun renkler ile bir belirsizliğe işaret etmektedir. Tuvalin sol alt köşesinde ressamın imzası ve hicri 1313 tarihi vardır.Inscriptions: Sol altta tarihli: h. 1313Materials/Techniques: Tuval üzerine yağlıboya
Abdülmecid Efendi’nin babası Sultan Abdülaziz’in 1861-1876’daki saltanat yılları, Osmanlı resim sanatı açısından ayrıcalıklı bir dönemdir. Sanata ilgi ve destek artmış, güzel sanatlar sergileri düzenlenmeye başlanmış, yabancı ressamlara verilen siparişlerle sarayın sistemli bir resim koleksiyonuna sahip olmasının temelleri atılmıştır. \r\n\r\nAkademik bir resim eğitimi almayan Abdülmecid Efendi, sarayda resim sanatına verilen önemin etkisinde yetişmiştir. Resim öğretmenleri arasında, dönemin saray ressamları Stanisław Chlebowski ile Fausto Zonaro’nun, Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin hocaları Osman Hamdi Bey ile Salvatore Valeri’nin isimleri anılmaktadır.\r\n\r\nSultan Abdülaziz’in daveti ile İstanbul’a gelen ve saray için resimler yapan isimlerden biri de İvan Konstantinoviç Ayvazovski’dir (1817-1900). Bugün Milli Saraylar Koleksiyonu’ndaki İstanbul’a dair eserlerinde de görüldüğü̈ gibi, sık sık Boğaz manzarasında gemiler ve kalyonların yer aldığı gün batımı, gün doğumu ve mehtaplı geceler resmetmiştir. \r\n\r\nAbdülmecid Efendi, saray koleksiyonundaki Ayvazovski tablolarını elbette bilmekte ve bu eserleri kimi zaman birebir kopya ederek, kimi zaman, Siste Kalyon tablosunda olduğu gibi, ilham kaynağı olarak kullanmaktaydı. Abdülmecid Efendi’nin yirmi yedi yaşında, şehzadeliği sırasında resmettiği tabloda, sisin altındaki deniz manzarasına bir kalyonun silüeti hakimdir. Direğindeki bayrağı rüzgârla dalgalanan bu kalyonun önünde, kürekleri görülen bir filika vardır. Filikanın içinde kürekçilerin yanı sıra diğer yolcular ile birlikte taşınmakta olan eşyalar istiflenmiştir. Ressam, sisli havaya rağmen parlayan güneşi, açık mavi deniz sularının üzerinde beyaz ışık hüzmeleri ile yansıtmıştır. Manzaranın arka planı uçuk pembe ve eflatun renkler ile bir belirsizliğe işaret etmektedir. Tuvalin sol alt köşesinde ressamın imzası ve hicri 1313 tarihi vardır.Inscriptions: Sol altta tarihli: h. 1313Materials/Techniques: Tuval üzerine yağlıboya
1914 Kuşağı sanatçılarının İzlenimci bir anlayışla ele aldığı manzara resimlerinde ana tema sıklıkla İstanbul olmuştur. Boğaz ve Haliç manzaraları, yalılar ve tekneler, eski İstanbul’un Arnavut kaldırımlı dar sokakları, ahşap sıra evler, camiler ve saraylar bu resimlerin başlıca unsurlarını oluşturmuştur. Bu kuşağın sanatçıları arasında anılan Hüseyin Avni Lifij’in aynı konuları ele alan eserlerinde güçlü bir desen anlayışı, lirik anlatımları ve romantik yorumları gözlemlenebilir. \r\n\r\nHüseyin Avni Lifij’in "Manzara" adlı eseri, genellikle açık havada hızlıca gerçekleştirdiği poşadlarından biridir. Tazeliği ve canlılığı koruyan bu tür çalışmalar, taşınma ve uygulama kolaylığından genelde küçük boyutlarda kalmıştır. Elif Naci’ye göre Lifij’deki İzlenimci etki, çağdaşı olan sanatçılardan farklıdır. Onların katı bir şekilde ele aldıkları İzlenimcilik, Lifij’in tuvalinde yumuşak ve dalgalı bir rüya alemine, müzikal ve akıcı, melankolik yapıtlara dönüşür. \r\n\r\nAyrıntılardan arınmış, tamamen ton ve ışık yöntemine başvurarak gerçekleştirilmiş bu şehir manzarasında, çatıların üzerinde ufuktaki bir cami silüeti ile birlikte görülen gökkuşağı dikkati çeker. Lifij’in lirik anlatımı düşünüldüğünde muhtemelen umudu, yeni başlangıçları simgeleyen bu gökkuşağı, yarattığı şiirsel atmosferin odak noktasıdır.Materials/Techniques: Mukavva üzerine yağlıboya
1914 Kuşağı sanatçılarının İzlenimci bir anlayışla ele aldığı manzara resimlerinde ana tema sıklıkla İstanbul olmuştur. Boğaz ve Haliç manzaraları, yalılar ve tekneler, eski İstanbul’un Arnavut kaldırımlı dar sokakları, ahşap sıra evler, camiler ve saraylar bu resimlerin başlıca unsurlarını oluşturmuştur. Bu kuşağın sanatçıları arasında anılan Hüseyin Avni Lifij’in aynı konuları ele alan eserlerinde güçlü bir desen anlayışı, lirik anlatımları ve romantik yorumları gözlemlenebilir. \r\n\r\nHüseyin Avni Lifij’in "Manzara" adlı eseri, genellikle açık havada hızlıca gerçekleştirdiği poşadlarından biridir. Tazeliği ve canlılığı koruyan bu tür çalışmalar, taşınma ve uygulama kolaylığından genelde küçük boyutlarda kalmıştır. Elif Naci’ye göre Lifij’deki İzlenimci etki, çağdaşı olan sanatçılardan farklıdır. Onların katı bir şekilde ele aldıkları İzlenimcilik, Lifij’in tuvalinde yumuşak ve dalgalı bir rüya alemine, müzikal ve akıcı, melankolik yapıtlara dönüşür. \r\n\r\nAyrıntılardan arınmış, tamamen ton ve ışık yöntemine başvurarak gerçekleştirilmiş bu şehir manzarasında, çatıların üzerinde ufuktaki bir cami silüeti ile birlikte görülen gökkuşağı dikkati çeker. Lifij’in lirik anlatımı düşünüldüğünde muhtemelen umudu, yeni başlangıçları simgeleyen bu gökkuşağı, yarattığı şiirsel atmosferin odak noktasıdır.Materials/Techniques: Mukavva üzerine yağlıboya
Zehra Hanzade İbrahim Osmanoğlu (1923-1998), Abdülmecid Efendi’nin oğlu Ömer Faruk Efendi’nin ikinci kızıdır. Dolmabahçe Sarayı’nda dünyaya gelen Hanzade Sultan’ın annesi ise Sultan Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan’dır. Hanzade Sultan, ablası Neslişah Sultan ve kız kardeşi Necla Sultan, hanedana hem anne hem de baba tarafından mensup yegâne hanedan üyeleridir. Bir yaşını doldurmadan, 1924’te hanedan mensupları ile birlikte gençlik yıllarını geçireceği Fransa’nın Nice kentine sürgüne gönderilmiştir. 1940’da, Kavalalı Hanedanı’ndan Prens Mehmed Ali İbrahim ile evlenerek Mısır’a yerleşen Hanzade Sultan, 1952’de Mısır’da krallık rejiminin sona ermesi ile ikinci bir sürgün yaşayarak, hayatının sonuna kadar yaşayacağı Paris’e taşınmıştır. \r\n\r\nAbdülmecid Efendi, torunu Hanzade Sultan örneğinde olduğu gibi, sık sık aile fertlerinin portrelerini resmetmiştir. Bu portrelerin arasında babası Sultan Abdülaziz ve önceki Osmanlı sultanları ile birlikte, yakın çevresindeki fikir ve sanat insanları da yer almıştır. 1936’da, Nice’te resmettiği bu tabloda Abdülmecid Efendi altmış sekiz, torunu Hanzade Sultan ise on üç yaşındadır. Dedesine poz veren genç Hanzade, safran rengi dökümlü bir kumaşın önündeki bir sandalyeye oturmuş ve ellerini kucağında kavuşturmuştur. Yakası ve kol kenarları çiçeklerle bezeli mavi kimonosu, 1930’larda Avrupa modasını etkisi altına alan Japonizm akımının Osmanlı hanedan mensupları arasında da ilgi gördüğünü düşündürmektedir.Materials/Techniques: Tuval üzerine yağlıboya
Zehra Hanzade İbrahim Osmanoğlu (1923-1998), Abdülmecid Efendi’nin oğlu Ömer Faruk Efendi’nin ikinci kızıdır. Dolmabahçe Sarayı’nda dünyaya gelen Hanzade Sultan’ın annesi ise Sultan Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan’dır. Hanzade Sultan, ablası Neslişah Sultan ve kız kardeşi Necla Sultan, hanedana hem anne hem de baba tarafından mensup yegâne hanedan üyeleridir. Bir yaşını doldurmadan, 1924’te hanedan mensupları ile birlikte gençlik yıllarını geçireceği Fransa’nın Nice kentine sürgüne gönderilmiştir. 1940’da, Kavalalı Hanedanı’ndan Prens Mehmed Ali İbrahim ile evlenerek Mısır’a yerleşen Hanzade Sultan, 1952’de Mısır’da krallık rejiminin sona ermesi ile ikinci bir sürgün yaşayarak, hayatının sonuna kadar yaşayacağı Paris’e taşınmıştır. \r\n\r\nAbdülmecid Efendi, torunu Hanzade Sultan örneğinde olduğu gibi, sık sık aile fertlerinin portrelerini resmetmiştir. Bu portrelerin arasında babası Sultan Abdülaziz ve önceki Osmanlı sultanları ile birlikte, yakın çevresindeki fikir ve sanat insanları da yer almıştır. 1936’da, Nice’te resmettiği bu tabloda Abdülmecid Efendi altmış sekiz, torunu Hanzade Sultan ise on üç yaşındadır. Dedesine poz veren genç Hanzade, safran rengi dökümlü bir kumaşın önündeki bir sandalyeye oturmuş ve ellerini kucağında kavuşturmuştur. Yakası ve kol kenarları çiçeklerle bezeli mavi kimonosu, 1930’larda Avrupa modasını etkisi altına alan Japonizm akımının Osmanlı hanedan mensupları arasında da ilgi gördüğünü düşündürmektedir.Materials/Techniques: Tuval üzerine yağlıboya