Sanat tarihi boyunca otoportre, sanatçıların sıklıkla başvurduğu bir tema olmuştur. Sanatçıların otoportreleri, yaşamlarına, çevrelerine ve hatta ruh hallerine dair önemli ipuçları sunar. Özellikle Hollandalı ressam Rembrandt van Rijn’in (1606-1669) hayatı boyunca çeşitli malzemelerde gerçekleştirdiği sayısız otoportresi, kişisel ve içsel bir yolculuk olarak okunmuştur. Sanatçıların kendilerini betimlemelerinin arkasındaki olası sebepler sanat tarihinin başlıca sorularından birini oluşturmuştur, nitekim çoğunlukla ayna karşısında gerçekleştirilen, hatta sıklıkla tuvallerinin başında gösterildikleri bu sahneler aracılığıyla hayatlarının çeşitli evrelerini belgelerler. Kendi yüzleri aynı zamanda kolaylıkla erişebildikleri, istedikleri şekilde manipüle edebilecekleri malzemeyi sunmuştur. Abidin Dino’nun resmettiği gerçek ya da düşsel binlerce insan yüzü arasında, “özportre” adını verdiği yüzlerce otoportresi vardır. \r\n\r\n1933’te D Grubu’nun kurucuları arasında yer alan Dino, 1937’de Paris’e yerleştiğinde Pablo Picasso, Gertrude Stein, André Malraux, Tristan Tzara ve Jean Cocteau ile dostluklar kurmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında soyut sanatın çeşitlemelerinden oluşan Paris Okulu tarafından derinden etkilenmiştir, nitekim "Otoportre" isimli bu eseri, hızlı ve dağınık fırça darbeleri ve geometrik çizgileriyle Picasso’nun 1907 tarihli otoportresine benzerlik gösterir. \r\n\r\nAbidin Dino’nun resimleri de, Rembrandt’ın eserleri gibi, bir özyaşam öyküsü olarak okunabilir. Bunun en iyi örneği "Acının Resimleri"dir. Zaman zaman önemli sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalan Dino, 1967 yılında geçirdiği ameliyatının ardından yüzden fazla deseninde çektiği acıyı resimlemiş ve otoportre tarzındaki çalışmalarını hayatı boyunca sürdürmüştür.Materials/Techniques: Tuval üzerine yağlıboya
Sanat tarihi boyunca otoportre, sanatçıların sıklıkla başvurduğu bir tema olmuştur. Sanatçıların otoportreleri, yaşamlarına, çevrelerine ve hatta ruh hallerine dair önemli ipuçları sunar. Özellikle Hollandalı ressam Rembrandt van Rijn’in (1606-1669) hayatı boyunca çeşitli malzemelerde gerçekleştirdiği sayısız otoportresi, kişisel ve içsel bir yolculuk olarak okunmuştur. Sanatçıların kendilerini betimlemelerinin arkasındaki olası sebepler sanat tarihinin başlıca sorularından birini oluşturmuştur, nitekim çoğunlukla ayna karşısında gerçekleştirilen, hatta sıklıkla tuvallerinin başında gösterildikleri bu sahneler aracılığıyla hayatlarının çeşitli evrelerini belgelerler. Kendi yüzleri aynı zamanda kolaylıkla erişebildikleri, istedikleri şekilde manipüle edebilecekleri malzemeyi sunmuştur. Abidin Dino’nun resmettiği gerçek ya da düşsel binlerce insan yüzü arasında, “özportre” adını verdiği yüzlerce otoportresi vardır. \r\n\r\n1933’te D Grubu’nun kurucuları arasında yer alan Dino, 1937’de Paris’e yerleştiğinde Pablo Picasso, Gertrude Stein, André Malraux, Tristan Tzara ve Jean Cocteau ile dostluklar kurmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında soyut sanatın çeşitlemelerinden oluşan Paris Okulu tarafından derinden etkilenmiştir, nitekim "Otoportre" isimli bu eseri, hızlı ve dağınık fırça darbeleri ve geometrik çizgileriyle Picasso’nun 1907 tarihli otoportresine benzerlik gösterir. \r\n\r\nAbidin Dino’nun resimleri de, Rembrandt’ın eserleri gibi, bir özyaşam öyküsü olarak okunabilir. Bunun en iyi örneği "Acının Resimleri"dir. Zaman zaman önemli sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalan Dino, 1967 yılında geçirdiği ameliyatının ardından yüzden fazla deseninde çektiği acıyı resimlemiş ve otoportre tarzındaki çalışmalarını hayatı boyunca sürdürmüştür.Materials/Techniques: Tuval üzerine yağlıboya
Kenan Ali Yontunç, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk heykeltıraşlarındandır. 1922’ye kadar Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde İhsan Özsoy’un öğrencisi olan Yontunç, daha sonra kendi imkanlarıyla Almanya’ya giderek Münih’te özel atölyelere katılmıştır. Canlı modelden çalışma olanağının kısıtlı olduğu Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde aynı zamanda kadın model de kullanılmadığı için, Yontunç sanatsal bir konu olarak çıplaklık olgusuyla ve atölyede çıplak modelden çalışma imkanıyla yurtdışına gittiğinde karşılaşmıştır. Aynı şekilde Avrupa’da geçirdiği bu süre zarfında Pablo Picasso, Georges Braque ve Juan Gris gibi sanatçıların erken Kübist tarzdaki eserlerini görmüş olması muhtemeldir. \r\n\r\nNitekim Yontunç’un "Figür"ü, Picasso’nun meşhur "Les Demoiselles d’Avignon" tablosundaki kadınları, yüzü ise Picasso’nun da ilham aldığı Afrika masklarını andırır. Vücudunun şekli ve geometrik açıları ise, aynı sıralarda Paris’te bulunan ve Kübizm akımından ilham alan Nurullah Berk’in bu üsluptaki nü desenlerine benzerlik gösterir.Materials/Techniques: Bronz
Kenan Ali Yontunç, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk heykeltıraşlarındandır. 1922’ye kadar Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde İhsan Özsoy’un öğrencisi olan Yontunç, daha sonra kendi imkanlarıyla Almanya’ya giderek Münih’te özel atölyelere katılmıştır. Canlı modelden çalışma olanağının kısıtlı olduğu Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde aynı zamanda kadın model de kullanılmadığı için, Yontunç sanatsal bir konu olarak çıplaklık olgusuyla ve atölyede çıplak modelden çalışma imkanıyla yurtdışına gittiğinde karşılaşmıştır. Aynı şekilde Avrupa’da geçirdiği bu süre zarfında Pablo Picasso, Georges Braque ve Juan Gris gibi sanatçıların erken Kübist tarzdaki eserlerini görmüş olması muhtemeldir. \r\n\r\nNitekim Yontunç’un "Figür"ü, Picasso’nun meşhur "Les Demoiselles d’Avignon" tablosundaki kadınları, yüzü ise Picasso’nun da ilham aldığı Afrika masklarını andırır. Vücudunun şekli ve geometrik açıları ise, aynı sıralarda Paris’te bulunan ve Kübizm akımından ilham alan Nurullah Berk’in bu üsluptaki nü desenlerine benzerlik gösterir.Materials/Techniques: Bronz
Abdülmecid Efendi, babası Sultan Abdülaziz’in ölümünden sonra Feriye Sarayı’nda yaşamaya başlamış, 1918’de veliahd unvanını alınca da Dolmabahçe Sarayı’na taşınmıştır. Osmanlı sultanları için kitapların ve kütüphanelerinin her zaman büyük bir önemi olmuştur. Bu geleneği devam ettiren Abdülmecid Efendi değerli bir kütüphane oluşturmuş, onu taşındığı her mekâna da nakletmiştir. Aldığı iyi eğitim sayesinde Batı dillerine ve kültürüne hâkim olan Abdülmecid’in kütüphanesinde; Osmanlıca, Farsça, Arapça’nın yanı sıra Almanca ve Fransızca da olmak üzere, 10.000’i aşkın eser bulunur. Avrupa şehirlerinden sipariş edilen ve posta ile gelenlerin yanı sıra İstanbul’dan satın alınmış edebiyat, müzik, siyaset konulu kitaplarıyla birlikte, abone olduğu yerli ve yabancı birçok gazete ve dergi de kütüphanesini oluşturan yayınlar arasındadır. Ansiklopedi, sözlük, atlaslar, ailesine ait fotoğraflar ve pek çok albüm, koleksiyonun önemli parçalarıdır. Kütüphanesinde güzel sanatlar hakkında 500’e yakın kitap bulunmaktadır. Bunların 236’sı resim sanatıyla ilgilidir. Kartpostal koleksiyonunda farklı kişilerden aldığı yazılı kartpostalların yanı sıra Avrupa’daki ve İstanbul’daki müze yapılarının ve barındırdıkları eserlerin görselleri, ilgi duyduğu konular hakkında ipucu vermektedir. \r\n\r\nAbdülmecid Efendi’nin 1906’da, kâğıt üzerine pastel ile resmettiği bu Genç Kız portresi, şehzadenin kopist olarak çalıştığı bir eseridir. Orijinal portre, Barok Klasisizmi’nin temsilcilerinden, Bologna okuluna mensup İtalyan ressam Guido Reni’ye (1575-1642) atfedilen, 1599 tarihli Beatrice Cenci Portresi’dir. Tuval üzerine yağlıboya portre, bugün Roma’daki Palazzo Barberini’de sergilenmektedir.\r\n\r\nGuido Reni, tüm Barok dönemi ressamları gibi, seyirciye duygusal bir çekim alanı yaratan jest, vücut dili ve ifadelerin tesirini eserlerinde en etkili şekilde kullanmıştır. Beatrice’nin mahcup, çekingen ifadesi, arkasına doğru masum bakışı, onun trajik hikâyesini akıllara getirmektedir. Bir şatoda baskı altındaki hayatının ardından Beatrice, kardeşleri ve üvey annesiyle birlikte, bozuk ahlaklı bir adam olan babası Kont Francesco Cenci’nin cinayetini planlamıştır. Yapılan soruşturmalar cinayetin sırlarını açığa çıkartmış ve Beatrice, Papa VIII. Clemens (1536-1605) tarafından idam ile cezalandırılmıştır.Inscriptions: Sol altta tarihli: h. 1324Materials/Techniques: Kağıt üzerine pastel
Abdülmecid Efendi, babası Sultan Abdülaziz’in ölümünden sonra Feriye Sarayı’nda yaşamaya başlamış, 1918’de veliahd unvanını alınca da Dolmabahçe Sarayı’na taşınmıştır. Osmanlı sultanları için kitapların ve kütüphanelerinin her zaman büyük bir önemi olmuştur. Bu geleneği devam ettiren Abdülmecid Efendi değerli bir kütüphane oluşturmuş, onu taşındığı her mekâna da nakletmiştir. Aldığı iyi eğitim sayesinde Batı dillerine ve kültürüne hâkim olan Abdülmecid’in kütüphanesinde; Osmanlıca, Farsça, Arapça’nın yanı sıra Almanca ve Fransızca da olmak üzere, 10.000’i aşkın eser bulunur. Avrupa şehirlerinden sipariş edilen ve posta ile gelenlerin yanı sıra İstanbul’dan satın alınmış edebiyat, müzik, siyaset konulu kitaplarıyla birlikte, abone olduğu yerli ve yabancı birçok gazete ve dergi de kütüphanesini oluşturan yayınlar arasındadır. Ansiklopedi, sözlük, atlaslar, ailesine ait fotoğraflar ve pek çok albüm, koleksiyonun önemli parçalarıdır. Kütüphanesinde güzel sanatlar hakkında 500’e yakın kitap bulunmaktadır. Bunların 236’sı resim sanatıyla ilgilidir. Kartpostal koleksiyonunda farklı kişilerden aldığı yazılı kartpostalların yanı sıra Avrupa’daki ve İstanbul’daki müze yapılarının ve barındırdıkları eserlerin görselleri, ilgi duyduğu konular hakkında ipucu vermektedir. \r\n\r\nAbdülmecid Efendi’nin 1906’da, kâğıt üzerine pastel ile resmettiği bu Genç Kız portresi, şehzadenin kopist olarak çalıştığı bir eseridir. Orijinal portre, Barok Klasisizmi’nin temsilcilerinden, Bologna okuluna mensup İtalyan ressam Guido Reni’ye (1575-1642) atfedilen, 1599 tarihli Beatrice Cenci Portresi’dir. Tuval üzerine yağlıboya portre, bugün Roma’daki Palazzo Barberini’de sergilenmektedir.\r\n\r\nGuido Reni, tüm Barok dönemi ressamları gibi, seyirciye duygusal bir çekim alanı yaratan jest, vücut dili ve ifadelerin tesirini eserlerinde en etkili şekilde kullanmıştır. Beatrice’nin mahcup, çekingen ifadesi, arkasına doğru masum bakışı, onun trajik hikâyesini akıllara getirmektedir. Bir şatoda baskı altındaki hayatının ardından Beatrice, kardeşleri ve üvey annesiyle birlikte, bozuk ahlaklı bir adam olan babası Kont Francesco Cenci’nin cinayetini planlamıştır. Yapılan soruşturmalar cinayetin sırlarını açığa çıkartmış ve Beatrice, Papa VIII. Clemens (1536-1605) tarafından idam ile cezalandırılmıştır.Inscriptions: Sol altta tarihli: h. 1324Materials/Techniques: Kağıt üzerine pastel
'1954’te Mumbai’de doğan ve 1970’lerden bu yana Londra’da yaşayan Hintli-İngiliz sanatçı Anish Kapoor, eserlerinde sıklıkla yeryüzü ve gökyüzü, ruh ve madde, aydınlık ve karanlık gibi ikilikleri işlemektedir. \r\n\r\nKapoor, en çok kütlelerin ve boşluğun etkileşimini irdeleyen, gözü aldatan eserleriyle tanınır. 1980lerin sonlarında yapmaya başladığı aynalı çalışmaları, özellikle birkaç metre çapındaki, karmaşık yansıma desenleri oluşturan içbükey diskler, izleyicilere yalnızca dengesizleştirici bir his vermekle kalmayıp ışığı ve sesi yansıtırlar. Anıtsal bir granit bloktan oyulmuş "Çift", Kapoor\'un "nesne-dışı" dediği kendi şekillerini ayırt etmenin zor olduğu bu yansıtıcı parçalardan biridir. İzleyici taşın içindeki iki oyuntuda kendisinin ve etrafındakilerin yansımasını esere yaklaşıp uzaklaştıkça değişen bir biçimde takip edebilmektedir. \r\n\r\nKapoor “Taşın hafızası vardır. Bir eser ne zaman içsel hafızamıza hitap etmeye başlar işte o zaman sanat eseri olur. Sanatın bazı unsurları bu anlamda hafızayı harekete geçirmede çok güçlüdür” diyerek eserin fiziksel ve sosyal alan arasındaki ilişkiyi sağlamasına verdiği önemin altını çizmiştir.'Materials/Techniques: Granit
'1954’te Mumbai’de doğan ve 1970’lerden bu yana Londra’da yaşayan Hintli-İngiliz sanatçı Anish Kapoor, eserlerinde sıklıkla yeryüzü ve gökyüzü, ruh ve madde, aydınlık ve karanlık gibi ikilikleri işlemektedir. \r\n\r\nKapoor, en çok kütlelerin ve boşluğun etkileşimini irdeleyen, gözü aldatan eserleriyle tanınır. 1980lerin sonlarında yapmaya başladığı aynalı çalışmaları, özellikle birkaç metre çapındaki, karmaşık yansıma desenleri oluşturan içbükey diskler, izleyicilere yalnızca dengesizleştirici bir his vermekle kalmayıp ışığı ve sesi yansıtırlar. Anıtsal bir granit bloktan oyulmuş "Çift", Kapoor\'un "nesne-dışı" dediği kendi şekillerini ayırt etmenin zor olduğu bu yansıtıcı parçalardan biridir. İzleyici taşın içindeki iki oyuntuda kendisinin ve etrafındakilerin yansımasını esere yaklaşıp uzaklaştıkça değişen bir biçimde takip edebilmektedir. \r\n\r\nKapoor “Taşın hafızası vardır. Bir eser ne zaman içsel hafızamıza hitap etmeye başlar işte o zaman sanat eseri olur. Sanatın bazı unsurları bu anlamda hafızayı harekete geçirmede çok güçlüdür” diyerek eserin fiziksel ve sosyal alan arasındaki ilişkiyi sağlamasına verdiği önemin altını çizmiştir.'Materials/Techniques: Granit
Soyut heykeltıraş Seyhun Topuz, erken yıllarından itibaren Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki Klasisist yaklaşımın dışında kalmış, heykelin imkan ve sınırlarını sorgulamıştır. Malzeme ve teknik olarak bir tür “inşa” kültürüne daha yakın olan heykellerinde, klasik süreç ve malzemeleri reddetmiş, onun yerine, fiberglas ve demir gibi endüstriyel malzemeleri ve kaynaklama ve modelleme gibi endüstriyel teknikleri kullanmıştır. Kare, daire ve üçgen gibi yalın geometrik biçimlerle ve siyah, beyaz, sarı ve kırmızı renkleriyle çalışan Topuz’un pratiği, önce biçimi tasarlayıp daha sonra bu biçimin gerektirdiği malzemeyi araştırmak üzerine dayalıdır. \r\n\r\n1977’de tamamladığı tezinde Rus sanatçıların avangard örneklerini inceleyen Topuz, 1960lar sonrasında ABD sanat ortamında gündeme gelen ve endüstri ürünü malzemeleri ham haliyle kullanan minimalist heykelleri, New York’ta bulunduğu 1978-1980 ve 1983-1984 arasında daha yakından tanıma fırsatını bulmuştur. Tasarım ve yaklaşım olarak en yakın olduğu isimler soyut heykeltıraş Isamu Noguchi ve anıtsal minimalist işleriyle tanınan Richard Serra olmuştur. \r\n\r\n"Kuzgun Acar Anısına" isimli bu heykel, Kuzgun Acar’ın 2016’da Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Fıstıklı Teras’ta sergilenen "Kuşlar-Soyut Kompozisyon" (1967) eserinden yola çıkmıştır. Topuz, bakır bir levhaya şekil vererek oluşturulan eserin buruşturulup atılmış bir kâğıt görünümünde olmasını ve buradaki tezatlığı, değerli insanların yok sayılması olarak da yorumlanmaktadır. Önceden hazırlanmış bir eskizi takip etmeyen eserde aslında bir kuş kompozisyonu oluşturmayı tasarlamadığını, fakat çıkan sonucun eserin ismiyle bağdaşık olarak bir kuşu andırdığını belirtmiştir. Materials/Techniques: Bakır, fırın boya
Soyut heykeltıraş Seyhun Topuz, erken yıllarından itibaren Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki Klasisist yaklaşımın dışında kalmış, heykelin imkan ve sınırlarını sorgulamıştır. Malzeme ve teknik olarak bir tür “inşa” kültürüne daha yakın olan heykellerinde, klasik süreç ve malzemeleri reddetmiş, onun yerine, fiberglas ve demir gibi endüstriyel malzemeleri ve kaynaklama ve modelleme gibi endüstriyel teknikleri kullanmıştır. Kare, daire ve üçgen gibi yalın geometrik biçimlerle ve siyah, beyaz, sarı ve kırmızı renkleriyle çalışan Topuz’un pratiği, önce biçimi tasarlayıp daha sonra bu biçimin gerektirdiği malzemeyi araştırmak üzerine dayalıdır. \r\n\r\n1977’de tamamladığı tezinde Rus sanatçıların avangard örneklerini inceleyen Topuz, 1960lar sonrasında ABD sanat ortamında gündeme gelen ve endüstri ürünü malzemeleri ham haliyle kullanan minimalist heykelleri, New York’ta bulunduğu 1978-1980 ve 1983-1984 arasında daha yakından tanıma fırsatını bulmuştur. Tasarım ve yaklaşım olarak en yakın olduğu isimler soyut heykeltıraş Isamu Noguchi ve anıtsal minimalist işleriyle tanınan Richard Serra olmuştur. \r\n\r\n"Kuzgun Acar Anısına" isimli bu heykel, Kuzgun Acar’ın 2016’da Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Fıstıklı Teras’ta sergilenen "Kuşlar-Soyut Kompozisyon" (1967) eserinden yola çıkmıştır. Topuz, bakır bir levhaya şekil vererek oluşturulan eserin buruşturulup atılmış bir kâğıt görünümünde olmasını ve buradaki tezatlığı, değerli insanların yok sayılması olarak da yorumlanmaktadır. Önceden hazırlanmış bir eskizi takip etmeyen eserde aslında bir kuş kompozisyonu oluşturmayı tasarlamadığını, fakat çıkan sonucun eserin ismiyle bağdaşık olarak bir kuşu andırdığını belirtmiştir. Materials/Techniques: Bakır, fırın boya
Abdülmecid Efendi’nin de aralarında olduğu Osmanlı şehzadelerine resim dersleri veren Polonyalı ressam Stanisław Chlebowski, 1864’te İstanbul’a gelir. Sadrazam Fuad Paşa tarafından Sultan Abdülaziz’e takdim edilir ve 1870-1875 arasında saray ressamı olarak görev yaparken, sultan tarafından üçüncü rütbeden Mecîdî Nişanı ile ödüllendirilir.\r\n\r\nSanatçı, İstanbul’da kaldığı süre boyunca, saray sahneleri ve portrelerin yanı sıra, Abdülaziz’in talebi ile sıklıkla Osmanlı tarihinden savaş sahneleri resmetmiştir. Tüm saray ressamları gibi o da kendisine verilen siparişleri yerine getirmek ve talepler doğrultusunda eserler vermekle yükümlüdür. Diğer ressamlardan farklı olarak Chlebowski’nin, askeri konulu resimlerinin çoğunu, kendisi de şehzadeliğinde resim dersleri almış Sultan Abdülaziz ile birlikte hazırladığı taslaklardan yola çıkarak yaptığı bilinmektedir. Ressamın savaş resimleri için Sultan Abdülaziz’in yapmış olduğu eskizlerden bazıları, bugün Krakov’daki Ulusal Müze Koleksiyonu’ndadır. Sultanın akıcı çizgilerle yaptığı bu eskizler, yeteneğini ve kişisel merakını yansıtmanın yanı sıra Chlebowski ile ortak çalışmalar yürüttüklerini de göstermektedir.\r\n\r\nOsmanlı Rus Savaşı adlı bu tablo imzasızdır ve Abdülmecid Efendi’ye atfedilir. Şehzade, kendisinin de resim öğretmeni olan Chlebowski’nin, babası Sultan Abdülaziz için yaptığı askeri zaferleri konu alan tablolarına benzer bir savaş sahnesi resimlemiştir. Rumi takvime göre 1293 senesine denk gelmesi nedeniyle 93 Harbi olarak da bilinen savaş, 1877-1878 arasında gerçekleşmiş ve Osmanlı’nın yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Harbin en önemli muharebelerinden biri Plevne Savunması’dır. Osmanlı ordusu, 145 gün boyunca, kendisinden çok daha güçlü Rus ve Rumen ordularının gerçekleştirdiği üç büyük taarruza direnmiş ve Plevne’yi savunmuştur. Savaş, Osmanlı için zafer ile sonuçlanmamış olsa da, Abdülmecid Efendi bu savaşın muzaffer bir cephesini ele almıştır.\r\n\r\nTabloda at üzerindeki Osmanlı askerleri kılıçları havada, tüfeklerini ateşlerken mücadelenin kazananı olarak resmedilmiştir. Rus askerleri, 19. yüzyılın ikinci yarısından Birinci Dünya Savaşı’na kadar giydikleri lacivert üniformalarıyla kolaylıkla tespit edilir. Hem yerlere savrulmuş halleri, hem de Osmanlı askerlerine oranla daha küçük boyutta resmedilmiş olmalarıyla yenilgilerine vurgu yapılmak istenmiştir. Tablonun Plevne müdafaasını resmettiği kabul edilir ise, sol arkada kısmen görülen kale de Plevne Kalesi olmalıdır.Conservation: X-IŞINI GÖRÜNTÜLEME\r\n\r\nX-ışını görüntülerinde Abdülmecid Efendi’nin Osmanlı Rus Savaşı tablosunu başka bir tablonun üzerine resmettiği anlaşılmıştır. Aziz George ve Ejderha efsanesini konu eden bu tablo, muhtemelen yine Abdülmecid tarafından, başka bir tablodan kopyalanarak yapılmış olmalıdır. Osmanlı Rus Savaşı’nın X-ışını görüntüsü saat yönünün tersine 90 derece çevrilerek dikey hale getirildiğinde, at üzerindeki Aziz George ve atı oldukça net olarak görülebilmektedir.\r\n Aziz George’in miğferi, atın başı, başına takılı olan gem ve bacakları, ejderhanın ise tırnakları parlak ve belirgindir. Tabloda yüksek soğurma yapan pigmentler içeren boyaların kullanılması, X-ışını filminde tablonun desenini açıkça görebilmemize yardımcı olmaktadır.\r\n Görüntülerdeki siyah boşluklar, tablonun geçmişte çok fazla hasar aldığını gösterir. Eser, geçirdiği restorasyon sırasında yeni bir tuval üzerine yapıştırılmıştır. Öte yandan şasesi orijinal olarak bırakılmıştır. Şasenin köşeleri, 19. Yüzyıl sonlarında sıkça rastlanan bir tarzda birleştirilmiştir.\r\n\r\n\r\nPİGMENT ANALİZİ\r\n\r\nBoya katmanlarında yapılan analizlerde zemin katmanının üstübeç pigmenti içerdiği görülmektedir.\r\n\r\n Mavi renklerde, denizaşırı mavisi, karbon siyahı ve Prusya mavisi tespit edilmiştir. Kırmızı boyalarda ise zincifre, sülüğen ve koyu kahverengi pigmentler bulunmuştur. SEM-EDS sonuçlarına göre yeşil renkte arsenik içeriğine rastlanması, bu boyanın zümrüt yeşili pigmentinden elde edildiğini düşündürmektedir.\r\n\r\n Abdülmecid Efendi’nin tablosunun yoğun miktarda çinko beyazı içermesi, sanatçının bu eser üzerinde 1920’lere kadar çalıştığına işaret etmektedir. Zehirli üstübeç pigmenti 1920’lerden sonra yerini çinko beyazına bırakmıştır. Sanatçının bu tarihten sonra yaygınlaşan çinko beyazını kullanmış olması, tablonun tarihlendirilmesiyle ilgili fikir vermektedir.\r\n\r\n\r\nMaterials/Techniques: Tuval üzerine yağlıboya
Abdülmecid Efendi’nin de aralarında olduğu Osmanlı şehzadelerine resim dersleri veren Polonyalı ressam Stanisław Chlebowski, 1864’te İstanbul’a gelir. Sadrazam Fuad Paşa tarafından Sultan Abdülaziz’e takdim edilir ve 1870-1875 arasında saray ressamı olarak görev yaparken, sultan tarafından üçüncü rütbeden Mecîdî Nişanı ile ödüllendirilir.\r\n\r\nSanatçı, İstanbul’da kaldığı süre boyunca, saray sahneleri ve portrelerin yanı sıra, Abdülaziz’in talebi ile sıklıkla Osmanlı tarihinden savaş sahneleri resmetmiştir. Tüm saray ressamları gibi o da kendisine verilen siparişleri yerine getirmek ve talepler doğrultusunda eserler vermekle yükümlüdür. Diğer ressamlardan farklı olarak Chlebowski’nin, askeri konulu resimlerinin çoğunu, kendisi de şehzadeliğinde resim dersleri almış Sultan Abdülaziz ile birlikte hazırladığı taslaklardan yola çıkarak yaptığı bilinmektedir. Ressamın savaş resimleri için Sultan Abdülaziz’in yapmış olduğu eskizlerden bazıları, bugün Krakov’daki Ulusal Müze Koleksiyonu’ndadır. Sultanın akıcı çizgilerle yaptığı bu eskizler, yeteneğini ve kişisel merakını yansıtmanın yanı sıra Chlebowski ile ortak çalışmalar yürüttüklerini de göstermektedir.\r\n\r\nOsmanlı Rus Savaşı adlı bu tablo imzasızdır ve Abdülmecid Efendi’ye atfedilir. Şehzade, kendisinin de resim öğretmeni olan Chlebowski’nin, babası Sultan Abdülaziz için yaptığı askeri zaferleri konu alan tablolarına benzer bir savaş sahnesi resimlemiştir. Rumi takvime göre 1293 senesine denk gelmesi nedeniyle 93 Harbi olarak da bilinen savaş, 1877-1878 arasında gerçekleşmiş ve Osmanlı’nın yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Harbin en önemli muharebelerinden biri Plevne Savunması’dır. Osmanlı ordusu, 145 gün boyunca, kendisinden çok daha güçlü Rus ve Rumen ordularının gerçekleştirdiği üç büyük taarruza direnmiş ve Plevne’yi savunmuştur. Savaş, Osmanlı için zafer ile sonuçlanmamış olsa da, Abdülmecid Efendi bu savaşın muzaffer bir cephesini ele almıştır.\r\n\r\nTabloda at üzerindeki Osmanlı askerleri kılıçları havada, tüfeklerini ateşlerken mücadelenin kazananı olarak resmedilmiştir. Rus askerleri, 19. yüzyılın ikinci yarısından Birinci Dünya Savaşı’na kadar giydikleri lacivert üniformalarıyla kolaylıkla tespit edilir. Hem yerlere savrulmuş halleri, hem de Osmanlı askerlerine oranla daha küçük boyutta resmedilmiş olmalarıyla yenilgilerine vurgu yapılmak istenmiştir. Tablonun Plevne müdafaasını resmettiği kabul edilir ise, sol arkada kısmen görülen kale de Plevne Kalesi olmalıdır.Conservation: X-IŞINI GÖRÜNTÜLEME\r\n\r\nX-ışını görüntülerinde Abdülmecid Efendi’nin Osmanlı Rus Savaşı tablosunu başka bir tablonun üzerine resmettiği anlaşılmıştır. Aziz George ve Ejderha efsanesini konu eden bu tablo, muhtemelen yine Abdülmecid tarafından, başka bir tablodan kopyalanarak yapılmış olmalıdır. Osmanlı Rus Savaşı’nın X-ışını görüntüsü saat yönünün tersine 90 derece çevrilerek dikey hale getirildiğinde, at üzerindeki Aziz George ve atı oldukça net olarak görülebilmektedir.\r\n Aziz George’in miğferi, atın başı, başına takılı olan gem ve bacakları, ejderhanın ise tırnakları parlak ve belirgindir. Tabloda yüksek soğurma yapan pigmentler içeren boyaların kullanılması, X-ışını filminde tablonun desenini açıkça görebilmemize yardımcı olmaktadır.\r\n Görüntülerdeki siyah boşluklar, tablonun geçmişte çok fazla hasar aldığını gösterir. Eser, geçirdiği restorasyon sırasında yeni bir tuval üzerine yapıştırılmıştır. Öte yandan şasesi orijinal olarak bırakılmıştır. Şasenin köşeleri, 19. Yüzyıl sonlarında sıkça rastlanan bir tarzda birleştirilmiştir.\r\n\r\n\r\nPİGMENT ANALİZİ\r\n\r\nBoya katmanlarında yapılan analizlerde zemin katmanının üstübeç pigmenti içerdiği görülmektedir.\r\n\r\n Mavi renklerde, denizaşırı mavisi, karbon siyahı ve Prusya mavisi tespit edilmiştir. Kırmızı boyalarda ise zincifre, sülüğen ve koyu kahverengi pigmentler bulunmuştur. SEM-EDS sonuçlarına göre yeşil renkte arsenik içeriğine rastlanması, bu boyanın zümrüt yeşili pigmentinden elde edildiğini düşündürmektedir.\r\n\r\n Abdülmecid Efendi’nin tablosunun yoğun miktarda çinko beyazı içermesi, sanatçının bu eser üzerinde 1920’lere kadar çalıştığına işaret etmektedir. Zehirli üstübeç pigmenti 1920’lerden sonra yerini çinko beyazına bırakmıştır. Sanatçının bu tarihten sonra yaygınlaşan çinko beyazını kullanmış olması, tablonun tarihlendirilmesiyle ilgili fikir vermektedir.\r\n\r\n\r\nMaterials/Techniques: Tuval üzerine yağlıboya